30 Eylül 2013 Pazartesi

Issız Ada Radyosu Arşivi (Eylül 2013)

Anneke van Giersbergen - Drive
Yıl: 2013 Hollanda
Tür: Alternative Rock, Pop/Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "We Live On"

Euphoria - Euphoria
Yıl: 1999 Kanada
Tür: Downtempo, Folk, Electronic
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Delirium"
Steve Miller Band - Fly Like An Eagle
Yıl: 1976 ABD
Tür: Blues Rock, Psychedelic Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Fly Like An Eagle"
Ask Embla - Northern Light
Yıl: 2013 İngiltere
Tür: Indie Pop, Electropop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "The Haunting"
Satan - Life Sentence
Yıl: 2013 İngiltere
Tür: Heavy Metal, NWOBHM
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Time to Die"
ABBA - The Definitive Collection 1972-1982
Yıl: 2001 İsveç
Tür: Euro Pop, Pop
"F" Rate: 10/10
I.A.R. tavsiyesi: "Dancing Queen"
Gov't Mule - Shout!
Yıl: 2013 ABD
Tür: Blues Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "World Boss" (feat. Ben Harper)

Nirvana - In Utero: 20th Anniversary Edition
Yıl: 2013 ABD
Tür: Grunge, Alternative Rock
"F" Rate: 9/10
I.A.R. tavsiyesi: "All Apologies"

Blake - Taste of Voodoo
Yıl: 2013 Finlandiya
Tür: Stoner Metal, Stoner Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Bulletproof"

The Ananda Shankar Experience and State of Bengal - Walking On
Yıl: 2000 Hindistan
Tür: Trip Hop, Downtempo, Raga Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Pluck"

Kings of Leon - Mechanical Bull
Yıl: 2013 ABD
Tür: Alternative Rock, Pop/Rock
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Supersoaker"

Pariisin Kevät - Jossain on tie ulos
Yıl: 2013 Finlandiya
Tür: Pop/Rock, Alternative Rock
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Mielikuvituksen Tuotetta"

Jin - Mekakucity Records
Yıl: 2013 Japonya
Tür: Alternative Rock, J-Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "夜咄ディセイブ"

Fikret Kızılok - Yadigar
Yıl: 1995 Türkiye
Tür: Folk Pop, Singer/Songwriter
"F" Rate: 9/10
I.A.R. tavsiyesi: "Kalbim"

Placebo - Loud Like Love
Yıl: 2013 İngiltere
Tür: Pop/Rock, Alternative Rock
"F" Rate: 4/10
I.A.R. tavsiyesi: "A Million Little Pieces"
Herra Ylppö & Ihmiset - Luuranko
Yıl: 2013 Finlandiya
Tür: Alternative Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Buu"

The Vaughan Brothers - Family Style
Yıl: 1990 ABD
Tür: Blues Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Tick Tock"

Ann Wilson - Hope & Glory
Yıl: 2007 ABD
Tür: Pop/Rock, Hard Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Immigrant Song"

SPC ECO - Sirens and Satellites
Yıl: 2013 ABD/İngiltere
Tür: Dream Pop, Shoegaze
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Zombie"

Pulp Fiction OST
Yıl: 1994 ABD
Tür: Surf Rock, Soul, Funk, Pop, Rock & Roll
"F" Rate: 10/10
I.A.R. tavsiyesi: Urge Overkill - "Girl, You'll Be a Woman Soon"

24 Eylül 2013 Salı

Pink Frost - Sundowning


Chicagolu indie ve psychedelic rock dörtlüsü Pink Frost'un ilk albümü Sundowning var elimizde. Bu iki rock türünün harmanlanışı Pink Frost gibi grupların elinden çıkınca tadına doyulmuyor. Grup yeni olsa da, onu oluşturanlar yeni sayılmaz. Zaten üyeler Pink Frost'tan önce Apteka adıyla 2011 yılında Gorgoyle Days albümlerini çıkarmışlar, iyi de eleştiri almışlar. Indie oluşlarında çocuksu, psychedelic oluşlarında aşırı muğlak bir üslup görünmüyor. Tam tersi, indie oluşlarında pozitif enerji, psychedelic oluşlarında da geçmişin mirasını hor kullanmayan tecrübeli bir gizem söz konusu. Yazdıkları şarkıları disipline ediş ya da özgürleştiriş biçimleri, sertliklerini bir avantaja dönüştürmelerini sağlıyor. Böylece sert olmak onlar için temkinli, gizemli, kederli, devinimli olmak anlamını taşıyor.

Haklarında yazılan çeşitli yazılarda referans olarak sıkça hemşehrileri The Smashing Pumpkins'in verilmesi kimi yönleriyle yerini bulsa da, bunun özellikle sırf Siamese Dream ve öncesi döneme dair shoegaze görünümlü alternative rock'a meyleden sertlikten kaynaklandığı görülüyor. Bazı şarkıları dışında The Smashing Pumpkins'i pek tutmadığımdan mıdır, onların popülarite ve alternatif arasındaki duruşlarını çok samimi bulmadığımdan mıdır, Pink Frost'un sanki onların izinden giden alt devresi gibi gösterilmesinden yana değilim. Zaten bu benzetmeyi okumamış olsam, aklımdan The Smashing Pumpkins geçmezdi bile. Gerçi bu benzetmeyi okuduktan sonra bir ara "tabii ya" deyip soğur gibi olmadım değil. Ama arkasında dev plak şirketleri, radyo ve MTV desteği olmayan garibanlığına rağmen dik duruşu bu soğukluğu silip attı.

Dokuz şarkılık Sundowning, yan bakılmayacak açılışı yapan Western Child, bir sakinleşip bir bastıran karizma hırçınlığıyla Ruins, shoegaze hüznü içeren Who I Belong To ve eski tabirle "ticari" sayılan, ama grubun sahip olduğu tüm bileşenleri en dokunaklı biçimde yansıttığı The Difference ile ön plana çıkan bir albüm. Arka plana da Dead Cities ve Blue Light'ı koyarsak bu iş olur. Geriye psychedelic dozunu fazla kaçırdıklarını düşündüğüm ve bu yüzden bir türlü içine dahil olamadığım üç parça kalıyor ki, daha ilk albümden fazla kasmamak gerek. Özel olarak Ruins ve The Difference'ın bir miktar 90'lara uçuran doğal güzellikleri beni tatmin etti. Pink Frost iyi grup. Fakat şu The Smashing Pumpkins (ki bu isme de oldum olası gıcığımdır) gölgesinden ve psychedelic olmanın dayanılmaz hafifliğinden (aslında ağırlığından) kendini kurtardığı vakit çok iyi grup statüsüne çıkacaktır gözümde.

1. Western Child
2. Ruins
3. Orange Sky Suicide
4. The Difference
5. Dead Cities
6. Who I Belong To
7. Maybe It's You
8. Occupy Within
9. Blue Light

20 Eylül 2013 Cuma

Haim - Days Are Gone


Danielle, Alana ve Este Haim kardeşlerden oluşan Los Angeles doğumlu indie grup Haim 2006'da kuruldu. Yanlarına davulcu Dash Hutton'ı da alıp debut albümleri Days Are Gone'a kadar gelen süreçte hiç boş durmamışlar. Kardeşlerden oluşan grupların müziğe başlangıcında olmazsa olmaz ebeveyn müzisyenlere onlar da sahip. İsrailli davulcu baba Mordechai (Regular Show'a buradan selamlar!) ve gitarist anne Donna ile birlikte yerel etkinliklerde, kermeslerde, kınalarda müzik yapmışlar. Danielle ve Este, The Valli Girls adlı grupla takılmışlar. Este, UCLA'da okuduğu Etnomüzkoloji bölümünü normal süresi olan beş yıl yerine iki yılda bitirmiş. Alana ise bir sene okuduğu koleji grup uğruna bırakarak bir başka üstün başarı örneği sergilemiş. Cici kızların üçünün de tek bir enstrümana bağlı kalmayıp önlerine geleni çalabildiği detayını da eklemekte fayda var.

Haim'i müzikal olarak etkileyen isimler arasında Pat Benatar, Blondie, Queen, TLC, Destiny's Child gibileri bulunmakta. Özellikle 70 ve 80'lerin pop, new wave ve rock müziği yanında R&B'sinden de anlar bir edaları var. 2012'de çıkardıkları Forever EP'sinin de yaydığı umut ışıklarını gören çeşitli grup ve sanatçılar, kendilerini turlarına davet edip konserlerinin açılışına koymuşlar. Bu yoğunlukta tamamlayabildikleri ilk albümleri Days Are Gone ise beklentileri boşa çıkarmayan, tadı tuzu yerinde bir çalışma. İlk şarkı Falling (ki "Haim" ve "Falling" kelimelerini yan yana görmek bir an gülümsetmedi değil) 70'ler diskosundan ipini koparmış kadar yoğun ve kesinlikle albümün yıldızlarından. Onu takip eden, aynı zamanda EP'nin çok rağbet görmesinin bana göre yegane sebebi olan Forever çizgiyi bozmuyor. Bu ikilinin kıpır kıpır nostaljik dokusu o denli canlı ki, bunu sağlamak için o yılların formatını kopyalayıp yapıştırmaktan ziyade, formatı özümseyip kendi şarkısını, catchy nakaratını yakalama peşinde oldukları anlaşılıyor. The Wire ile Gary Glitter'ın glam tadını 80'ler sosuna batırarak elde ediyorlar. Daha üçüncü şarkıdan durduramıyoruz kendilerini.


If I Could Change Your Mind, albümün üst sıralarda seyreden kalitesini bir santim bile düşürmediği gibi, sesini ve baslarını biraz daha arttırıp dinlediğim en son andan bu yana o kaliteyi birkaç santim daha üste çıkardığını düşünüyorum. Don't Save Me ve Days Are Gone adında iki adet daha hit adayı şarkının ardından tansiyon ve mainstream pop müziğin geçmişle ilişkisinden doğan o nefis sound biraz düşüyor. Son dört şarkıyı (hatta ilk yarıdan Honey & I parçasını da buna dahil ederek) dinlerken düşündüren kategorisine sokmak daha doğru olur. O zamana kadar dans ederken düşündüren (ya da kafalar güzelse sadece dans ettiren) altı adet Haim şarkısının yüksek hit potansiyelleri düşünülünce ağızda kekremsi bir tat bırakmamak adına böyle bir denge kurulmuş olması ayrıca takdir edilesi bir durum.

Müzikal anlamdaki bu dengeli duruş, hem "istersek buraları radyo dostu hit şarkıya boğarız" iddiası, hem de "istersek 80'lere ait bir filmin soundtrack albümünün A4 ya da B3'ünde yer alacak ayarda şarkılar yapabiliriz" (aslında kolay iş değildir bu) rahatlığı sağlıyor. Son düzlükte yaşadıkları bu ilginç görünüm, onların deneysel yönlerine yönelik ayrı bir farkındalık yaratıyor. Birkaç akorla kolayca değiştirilebilecek, tek bir fırlama cümleyle nakaratını güçlendirecek, ritime çekilecek minik bir ayarla disko topunu kendi etrafında turlatacak bu şarkılara yapılan farklı düzenlemeler, onların sırf hit üretmek amacıyla orada olmadıklarının mesajı aslında. Nazar değmesin diye "gelecekleri parlak" demiyorum. Zira önceden bunu dediğim birkaç isim 2013 albümleri itibariyle gözümde yere fena çakılmış durumdalar. O yüzden şu anki parlaklıkları bana yetiyor.

1. Falling
2. Forever
3. The Wire
4. If I Could Change Your Mind
5. Honey & I
6. Don't Save Me
7. Days Are Gone
8. My Song 5
9. Go Slow
10. Let Me Go
11. Running If You Call My Name

15 Eylül 2013 Pazar

Django Unchained (OST)


Quentin Tarantino'nun efsane olmuş geniş bir plak koleksiyonuna sahip olduğunu bilmeyen kaldıysa da yavaş yavaş öğrenirler. Hatta senaryo yazmadan önce bu koleksiyondan rastgele bir plak seçip ilham aldığını bizzat kendisi söylüyor. Zaten yarattığı onca karakterde bazı şarkıların, albümlerin izlerini bulmak mümkün. Blaxploitation, western, samuray, mafya kültürlerinden funk, soul, rock, pop, surf, klasik artık ne bulduysa film müziklerine boca ettiğine dair yüzeysel yorumlar yapıldı. Aynı yorumların Tarantino filmleri için de yapıldığını zaten biliyoruz. Ama farklı türlerden özenle seçildiği belli şarkıları bir soundtrack çatısı altında toplamak kolay iş gibi görülse de, kolay olmayan, o şarkılarla oluşturulan konseptin şahane bir bütünlük duygusu yaratması ki bunu en iyi başaranlardan biri de Tarantino'dur herhalde.

Dereden tepeden aşırdığı parçalardan kendine has bir bütün oluşturma yöntemi Tarantino filmleri kadar Tarantino soundtracleri için de geçerli, bu gerçek. Böylece film gibi albümler yapmak, özellikle filmi gördükten sonra anlamı kat kat artan albümler yapmak Tarantino'nun sinemaya müzik, müziğe sinema gözüyle bakabilen ustalığından ileri gelmekte. Reservoir Dogs, Pulp Fiction, Jackie Brown, Kill Bill 1-2, hatta bana göre Tarantino'nun en kıytırık filmi olan Death Proof'un müzikleri bile fena sayılmaz. (Inglorious Basterds'in müziklerini pek beğenmem doğrusu). Filmlerden eklenen diyalog ve repliklerden sonra giren şarkılar müthiş bir sinematik duygu taşımaya başlarlar. Soundtrack olgusunun ezberini bozan bu yöntem bazı anlarda korkunç biçimde filme geri dönme isteği bile uyandırabilir.

Tarantino derlemeleri Stuck In The Middle With You, Girl, You'll Be A Woman Soon, You Never Can Tell, Across 110th Street, Didn't I Blow Your Mind This Time, Battle Without Honor or Humanity gibi varolduklarından haberimin olmadığı benzersiz şarkıları keşfettirmiş, hatta o şarkıların dahil olduğu orijinal kaynaklara yönelmemi sağlayarak başka şarkı ve albümlerin de tadına bakmama vesile olmuştur. Buna rağmen bu şarkılar biraraya gelerek kendi konseptlerini oluşturmuş, böylece kendileri birer orijinal kaynağa dönüşmüşlerdi. Misirlou'yu kime dinletseniz "Pulp Fiction'ın müziği bu" cevabını almanız neredeyse garantidir. Jackie Brown'ın açılış sekansına damgasını vurmuş Bobby Womack klasiği Across 110th Street'in kaynağı aynı adlı filmin 1972 tarihli soundtrack albümü olsa da özellikle 90'lar kuşağı için o hep Jackie Brown ile anılacaktır.


Tarantino'nun yönetmenliğini yaptığı filmlerin dışında senarist, oyuncu ya da figüran olarak bulaştığı başka filmlerin müziklerinde de parmağı olduğunu biliyoruz. From Dusk Till Dawn, Natural Born Killers, True Romance, Desperado bunlardan en önemlileri. Ayrıca Tarantino'nun soundtrack yapımındaki bu eklektik anlayışından etkilenip tasarlanmış olduğu aşikar Guy Ritchie üçlemesi Lock, Stock & Two Smoking Barrels, Snatch ve RocknRolla derlemeleri artık birer klasiktirler. Tarantino'nun tutkunu olduğu türlerin, dönemlerin ve sanatçıların film şeritlerine kattığı anlam artık ondan çıkıp bizi de vurmuştur. İşte bu bulaşıcı soundtrack anlayışı Britanya'dan bile ortak ruh birlikteliği yakalayıp sinyal gönderebilmektedir. Aslında dini, milleti olmayan bir birliktelik olmasına rağmen, soundtrack tasarımcıları veya filmlerini bu tip eski şarkılarla süslemek isteyen yönetmenler ya hiç bu yola başvurmamışlar, ya da başvurduklarından bekledikleri verimi alamamışlardır. Hem bir yönetmen, kendi yazıp yönettiği filmin müziklerini (eğer score değil de Tarantino gibi farklı kaynaklardan kendisini etkileyen şarkılar bütünü planlıyorsa) neden kendisi seçmez? İşte Tarantino'yu sevmemin en önemli nedenlerinden biri de, sinemaya olduğu kadar müziğe de aynı ilgiyi göstermesi, çocukluğundan, gençliğinden kalma bu şarkıları filmlerine serpiştirmeyle sonuçlanan duygusal zekası.

Film müziği denince akla gelebilecek üç isimden biri olan İtalyan büyük üstat Ennio Morricone, Tarantino'nun ölümüne hayran olduğu müzisyenlerden biri. En son Inglorious Basterds'in müziklerini yapması için ustayı ikna etmeye çalıştıysa da, takvim uyuşmazlığı yüzünden gerçekleşmeyen bu buluşma, Tarantino'nun bu filme 4 adet eski Morricone bestesi aşırmasıyla (aşırmadı tabii ama bu kelime Tarantino'ya pek bir yakışıyor!) sonuçlanmıştı. Şimdi Tarantino bir western çekiyorsa ve bu albümde Morricone olmayacaksa buna sadece kargalar değil, yeryüzündeki bütün kuş türleri bile gülerdi. Nitekim Django Unchained'de 4 adet Morricone bestesi var. Bunlar, Clint Eastwood ve Shirley MacLaine'in oynadığı çok sevdiğim Two Mules For Sister Sara'dan (1970) The Braying Mule ve Sister Sara's Theme, The Hellbenders (1967) filminde yer alan Un Monumento, son olarak İtalyan pop rock şarkıcısı Elisa'nın vokal yaptığı Ancora Qui... Hepsi de Morricone ruhunu bir Tarantino westernine aktarabilen eserler.


Tarantino'nun diğer bazı alıntıları ise, Arjantinli bir başka film müziği ustası Luis Bacalov'un Lo chiamavano King (1971) filminden italyan şarkıcı Edda Dell'Orso'nun vokal yaptığı His Name Was King (Doktor King Schultz'un Django ile birlikte gittikleri kasabaya çektiği müthiş ayar sonrasında çalıyor kendisi) ve Tarantino'nun Django Unchained için ilham kaynağı olan Django (1966) filminden seçilen Django ve La Corsa (2nd Version) şeklinde. Filmlerinin açılış ve kapanışlarına koyacağı şarkılara çok önem veren Tarantino, Django Unchained'in açılışı için Rocky Roberts'ın vokal yaptığı Bacalov bestesi Django'yu seçmiş. Bu seçim de şahane olmuş. Keza, görkemli final için seçilen Trinity (Titoli) de öyle. Aklımda kalan öteki şarkılarsa, Django ve Schultz'un iki ödül avcısı olarak yola koyuldukları bölümde akan Jim Croce şarkısı I Got A Name (bu şarkı 73 yapımı The Last American Hero filminde de kullanılmış), Django'nun çeşitli badireler sonrası Candyland'e dönüşüne fon olan John Legend şarkısı Who Did That to You? ve Candyland'deki kan banyosu çatışmaya gaz veren James Brown (The Payback) - 2Pac (Untouchable) şarkılarından mikslenmiş Unchained...

Sinemaseverler olarak bir dileğimiz daha gerçekleşti ve Quentin Tarantino harika bir western çekti. Unutulmaz anları ve oyunculuklarıyla yıllara meydan, kötülere rahmet okuyacak olan Django Unchained, umarız Tarantino'nun son westerni olmaz. Müziksever ve soundtrackseverler olarak ise filmin şanına yakışır bir derleme ile karşı karşıyayız. Albümde ufak tefek şişkinliğe sebep olabilecek fazlalıklar yok değil. Ama onlar da genelin hakimiyetinde eriyip gidiyor. Kahramanı siyah olan bir filmin western ve hip hop arasında gidip geleceğini tahmin edilebilir. Hatta abuk sabuk bir sürü hip hop çöpünün albüme tıkıştırılacağı yönünde endişelerimiz olabilir. Başkası olsa gözümüzün yaşına bakmadan aynen bunları yapardı. Fakat işin içinde Tarantino olunca bu endişeler, yeni ateşlenen namlunun ucunda üflenen duman gibi ortadan kayboluyor.

1. Winged
2. Luis Baccalov & Rocky Roberts - Django (Main Theme)
3. Ennio Morricone - The Braying Mule
4. "In That Case, Django, After You..."
5. Luis Baccalov & Edda Dell'Orso - Lo chiamavano King (His Name Is King)
6. Anthony Hamilton & Elayna Boynton - Freedom
7. Five-Thousand-Dollar Niggas and Gummy Mouth Bitches
8. Luis Baccalov - La Corsa (2nd Version)
9. Sneaky Schultz and the Demise of Sharp
10. Jim Croce - I Got a Name
11. Riz Ortolani - I giorni dell'ira
12. Rick Ross - 100 Black Coffins
13. Jerry Goldsmith - Nicaragua (feat. Pat Metheny)
14. Hildi's Hot Box
15. Ennio Morricone - Sister Sara's Theme
16. Ennio Morricone & Elisa - Encora qui
17. James Brown & 2Pac - Unchained (The Payback / Untouchable)
18. John Legend - Who Did That to You?
19. Brother Dege - Too Old to Die Young
20. Stephen the Poker Player
21. Ennio Morricone - Un monumento
22. Six Shots Two Guns
23. Annibale e i cantori moderni - Trinity (Titoli)

12 Eylül 2013 Perşembe

Noblesse Oblige - Affair Of The Heart


Fransız tiyatro oyuncusu Valérie Renay ve Alman prodüktör Sebastian Lee Philipp'in 2004'te Londra'da kurduğu, ama köken ve karakter olarak Berlin'e bağlı Noblesse Oblige, toplamda dört albüm yapmış bir synth pop oluşumu. Bunlardan en sonuncusu olan Affair Of The Heart'ın açılış şarkısı Mata Hari dönmeye başladığında daha birinci dakikadan iyi bir grupla karşı karşıya olduğum fikri oluştu. Her ne kadar sağlam bir kapanış olarak görmesem de Voices In My Head'in bitimiyle 2013'ün en iyi pop albümlerinden biriyle müşerref olduğum kesinleşti. O gazla grubun öncesine bakayım dedikten sonra orada birbirinden sıkıcı üç albüm görünce şaşırdım. Daha sonra mesele anlaşıldı. Grubun öncesine bakanlardan ve onlarda gelecek görenlerden biri olan IAMX insan Chris Corner, önce ikiliyi Volatile Times turunun Avrupa ayağına davet etmiş, ardından Affair Of The Heart'ı Berlin yakınlarındaki stüdyosunda kaydetmiş. Hızını alamayıp bir de ilk single Runaway'in klibini yönetmiş.

Chris Corner gibi kaliteli bir adamın katkılarından nasibini aldığı belli olan Affair Of The Heart, I. Dünya Savaşı sırasında bir egzotik dansçı olan, aynı zamanda Alman casusu olarak suçlanan famme fatale Mata Hari'nin hikayesini anlatan Mata Hari'nin aynı ölçüde gizemli, egzotik ve sinematik atmosferiyle başlıyor. Bitmesini istemediğim bu atmosferden çıkıp bu defa ilk single Runaway'in biraz nostaljik, biraz güncel synth pop yörüngesine çekiliyoruz. Philipp'in vokale iştirakiyle inceden Depeche Mode'un ilk zamanlarıyla Hurts arasında salıncak kurmuş bir yanı da var Runaway'in... Derken Burn ortaya çıkıyor ve üçte üç yapıyor. Burn, grubun Berlin, synth pop, Depeche Mode gibi anahtar kelimelerden türeyen sounduna ufak ayarlar çekmek suretiyle bir artı daha koyuyor. Renay ve Philipp'in uzaktan 60'lı yılların düetlerini anımsatan dingin electropop bestesi Chasing Shadows ile gole doymuyor grup.


Break Your Heart, Valérie Renay'in anadili Fransızca'ya döndüğü Vagabonde, bir chill out harikası In The Heat Of The Night, şayet "Gotik Disko" diye birşey varsa (ki var!) en iyi örneklerinden sayılabilecek parçalar. Finale doğru sekiz buçuk dakikalık karanlık, hadi olmadı loş bir Hotel California coverı var ki, Eagles bunu duyduysa ne düşündü çok merak ediyorum. Ben duyduğumda klasikleşmiş bir şarkıyı yeniden keşfetmenin binlerce farklı yolu olduğunu düşündüm. Aynı zamanda kendi türünde bir sürü çer çöp üreten grup arasından sıyrılan Noblesse Oblige gibilerin ellerinde bu klasiklerin nasıl zamansız olduklarına tekrardan şahitlik ettiğimizi düşündüm. Keşke final Hotel California ile olsaymış diye de düşündüm. Yine de Voices In My Head adında bir başka chill out final, grubun karizmasına son dakika lekesi sürmemiş. Zaten oraya gelene kadar türlü synth numaralarla, pop olgunluklarla, gotik ışık / gölge hamleleriyle, teslimiyeti bir tuzak gibi görüp mesafesini koruyan tavrıyla yapacağını yapmış olan grup, finaline bir çocuk şarkısı coverlasa bile kendi zirvesinden uzaklaşmazdı. Chris Corner ikilideki geleceği ince görmüş, hamlesini yapmış. Öyle ki Affair Of The Heart, kanımca son iki IAMX albümü Volatile Times ve The Unified Field'dan bile iyi olmuş.

1. Mata Hari
2. Runaway
3. Burn
4. Chasing Shadows
5. Break Your Heart
6. Vagabonde
7. The Seventh Wave
8. In the Heat of the Night
9. Hotel California
10. Voices in My Head

6 Eylül 2013 Cuma

VA - Fly Like An Eagle: An All-Star Tribute To Steve Miller Band


1994-95 ve 1997-99 yılları arasında progressive rock devlerinden Yes'te gitar ve keyboard çalmış olan Billy Sherwood'un başı çektiği bir grup tecrübeli müzisyen insanın biraraya gelerek kotardıkları Fly Like An Eagle: An All-Star Tribute To Steve Miller Band albümü adından da anlaşılacağı üzere yaşayan efsanelerden biri olan Steve Miller Band hitlerinin cover versiyonlarından oluşmakta. Bu tecrübeli abilerin isimlerini de zikredelim, belki aralarından tanıdık çıkar. Sherwood haricinde Tony Kaye, Geoffrey Downes, Steve Howe, Rick Wakeman, Peter Banks (Yes), John Wetton (Uriah Heep, Asia, Wishbone Ash, King Crimson), Colin Moulding (XTC), Derek Sherinian (Dream Theater, Black Country Communion), Martin Turner (Wishbone Ash), Sonja Kristina (Curved Air), John Wesley (Porcupine Tree), Joe Lynn Turner (Rainbow, Deep Purple), Jimi Jamison (Survivor), Jordan Rudess (Dream Theater), Rod Argent (The Zombies), Steve Hillage (Gong), Alman progressive rock grubu Nektar'ın tamamı ve adı pek duyulmamış başka müzisyenler albüme emek vermiş.

Birçok grupta "yayın ve yapımda emeği geçenler" olarak arka planda kalmış, kendi sololarını ve yan projelerini hayata geçirmiş progressive rock, hard rock ve AOR aşiretinin saygın isimlerinden oluşan bu ağır kadrodan bazı isimlerin 2012'de Songs Of The Century: An All-Star Tribute To Supertramp adında bir icraatları daha bulunmakta. Supertramp ile pek aram olmadığından dolayı o albüme pas vermemiştim. Ama Steve Miller coverlarını duyunca en kısa sürede o albüme de "al da at" yapacağım. Şu veteran ahali kendi şarkılarıyla sıfır kilometre bir albüm de yapabilirdi ama cover takılmalarına kendi adıma çok sevindim. 10 dakikalık epik progressive şarkılar yapmak yerine klaslarına yakışır numaralarla mütevazi biçimde taş gibi Steve Miller şarkılarını taş gibi yorumluyorlar. Yaş ortalamalarını almak için derin matematik hesapları yapılacak bu adamlar 20'lik delikanlılar gibi çalıp söylüyorlar. Prodüksyon desen, modern ve tertemiz. Öyle alelacele yapalım bitsin dememiş, kafa yormuş, özenmiş, keyif almışlar sanki.

11 şarkının 11'i de, sahaya sürülmüş 11 gibi kaliteli ve Steve Miller'a aşina olanları memnun edecek düzeyde lezzettli. Şahsen benim için özel olan Fly Like An Eagle, The Joker, Take The Money and Run, Abracadabra ve Space Cowboy'un bu ellerden çıkma hallerini, orijinallerine saygıda kusur etmeden diğer coverlara göre bir başka sevdim. Onun yanında Jet Airliner, Jungle Love (1988 tarihli Yngwie Malmsteen albümü Odyssey'de kaldığımdan mıdır, bu şarkıdaki Joe Lynn Turner vokalini biraz garipsedim doğrusu) ve Rock’n Me gibi bilmediğim Steve Miller Band şarkılarını da duyma zevkini tattım. Hatta bu şarkıların orijinallerine olan merakım biraz daha arttı. Bu güzel insanlardan başka grupların temaları etrafında birleşen yeni cover çalışmalar bekliyoruz. Aklıma bazı isimler geliyor, tuhaf oluyorum. Bu all-star oluşumun imece usülüyle yapacağı herhangi bir cover projesinin kötü olma ihtimali yok gibi geliyor. Yayın ve yapımda emeği geçen herkese buradan sonsuz teşekkürler!

1.  Colin Moulding, Tony Kaye & Billy Sherwood - Take the Money and Run
2. John Wetton, Steve Stevens & Billy Sherwood - Jet Airliner
3. Fee Waybill, Derek Sherinian & Billy Sherwood - Living in the USA
4. John Parr, Rick Wakeman & Billy Sherwood - Abracadabra
5. Martin Turner, Geoffrey Downes & Billy Sherwood - Swingtown
6. Sonja Kristina, Peter Banks & Billy Sherwood - Winter Time
7. John Wesley & Billy Sherwood - The Joker
8. Joe Lynn Turner, Steve Morse & Billy Sherwood - Jungle Love
9. Jimi Jamison, Jordan Rudess & Billy Sherwood - Space Cowboy
10. Rod Argent, Steve Hillage & Billy Sherwood - Rock'n Me
11. Nektar, Geoffrey Downes & Joel Vandroogenbroeck - Fly Like an Eagle

5 Eylül 2013 Perşembe

Euphoria - Beautiful My Child


İngilizcedeki en güzel kelimelerden biri olan "Euphoria", edebi ve fonetik şıklığı sayesinde pek çok şarkıda, şiirde, kitapta karşımıza çıkmıştır. Haliyle grup kuran müzisyenlerin de kendilerine isim olarak onu düşünmeleri şaşırtmamalı. Mesela 1967'de kurulan tek albümlü Hollywood'lu bir psychedelic rock dörtlüsü, bu kez New York'ta 1968'de kurulup, yine bir albüm çıkararak silinen bir folk pop dörtlüsü, 70'lerde Milwaukee'den çıkan beş kişilik bir psychedelic rock grubu, 2001 Japonya kurulumlu bir post-rock grubu, L.A.'den yine tek atımlık dört kişilik bir hard rock grubu, 91-93 arasında ömür sürmüş Avustralyalı bir pop dans grubu, 2002'de İspanya dolaylarında kurulan bir post-rock grubu kendilerine Euphoria adını uygun görmüşler. Kendine bu adı uygun gören benim için en değerli Euphoria ise, Torontolu müzisyen Ken Ramm'in 1993'te müzik hayatına başlayan tek kişilik projesi olmuştur.

Euphoria (1999), Beautiful My Child (2001) ve Precious Time (2006) adında üç albümü bulunan Ken Ramm, ilk albümünde yer alan harika şarkısı Delirium ile çeşitli TV dizilerinde, fragmanlarda, reklamlarda boy göstererek kredisini arttırmış. Üç albüm sonrası 2006'dan bu yana da sırra kadem basmış. Buraya kadar hep tanıdık şeyler söyledik. Asıl orijinal olan, kulağımızın duyduğu müzik. Şimdilerde Euphoria'yı yeni duyan varsa "bunun neresi orijinal" diye çıkışabilir. Ama 2000'lerin başında bu müzikle tanışılsaydı kazın ayağı öyle olmayabilirdi. Euphoria, elektro, 12 telli akustik ve slide gitarlarla dantel gibi örülmüş ezgilerini electronica ve downtempo bir altyapıya döşeyerek western özünü bozmayan modernlikte bir ruha sahip. Batının iki farklı formatını tek vücut haline getirişindeki ustalık o kadar derin ki, onu fonunuza yerleştirdiğinizde boyut değiştirip biryerlerinden yakalama arzusu duyacağınız anlar mutlaka olacaktır.

Delirium'u duyan varsa Euphoria'nın sinematik yönünün ne denli güçlü olduğunu anlayacaktır. Dizilere, fragmanlara, reklamlara fon olması boşuna değil. Bana göre en iyi albüm olan Beautiful My Child'da bu özellik had safhada. Açılıştaki Sweet Rain ile Delirium'u asla birbirinden üstün tutmamama rağmen Beautiful My Child albüm olarak ilkini aşmıştır bana göre. Enerjisi ve yağmurun hüzünlü yanını ümitli bir gizeme dönüştürmüş atmosferiyle Sweet Rain albümün tartışmasız yıldızlarından biri. Bir diğeri de aynı özelliklerle ama biraz daha diri duran tekno western halet-i ruhiyesine haiz albümün isim şarkısı Beautiful My Child. 12 şarkılık albümün geri kalanı onlar kadar sivrilmeyen, fakat bazı çevrelerin zekice tanımladığı "guitronica" ya da "rock chill out" rotasında seyreden enstrümantal lezzetler. Tabii aralarda soul ve gospel vokallerin gitarlarla biraraya gelip Euphoria'nın "elecountry" (bu da benim kaydırmam!) zihniyetini perçinlediği, meseleyi biraz daha ıssız western dekoruna yerleştirdiği de oluyor.

Beautiful My Child'ın en vurucu anlarından birini de kapanıştaki Sky Delta yapıyor. Tamamen 12 telliyle örülmüş besteden öyle bir melodi akıyor ki kulaklardan, sanki 12 ayın en önemli enstantaneleri olağanüstü bir kolajla gözlerimizin önünden film şeridi gibi geçip gidiyor. Gerçek virtüözite her zaman gitara abanmak, onu enseye götürüp çalmak, hız rekorları kırmaktan ibaret olmuyor. Sky Delta 2000'lerin başında bana bu cümleyi kurdurtmayı başarmış 2:39 dakikalık bir akustik epiği. O çalmaya başladığında üç günlük açlığım sonrası en sevdiğim yemeği yerken bırakıp, bitişini bekleyebilirim. Hayatımın şarkılarından oluşturacağım bir albümün kapanışına outro olarak koyabilirim. Sweet Rain ve Sky Delta'yı aynı albümde bulabildiğim için Beautiful My Child bence en iyi Euphoria albümüdür. Mutluluğun kapalı bir gökyüzü altında çizilmesi muhtemel milyonlarca resminden ikisini barındıran bir albümdür.

1. Sweet Rain
2. Little Gem
3. In The Pink
4. Runaway Monday
5. Beautiful My Child
6. Desert Drive
7. By The Sea
8. Cactus
9. Devil May Care
10. Outside
11. 1001 Dreams
12. Sky Delta