10 Ekim 2009 Cumartesi

Pearl Jam - Backspacer


Kaç yıl oldu saymadım Pearl Jam görünmeyeli. Ten, Vs. Vitology, No Code ve en son Yield harika bir beşli olarak grunge, rock, folk eksenime ölene dek unutulmayacak buseler kondurdular bugüne kadar. Her dinleyişimde kondurmaya da devam ediyorlar. Hepsi hakkında teker teker sayfalar dolusu yazmak isterdim. Hafızamda hâlâ taze ve güçlü biçimde kalmış en son Pearl Jam albümü 1998 tarihli Yield olsa gerek. Zaten ne olduysa ondan sonra oldu. Binaural (2000), Riot Act (2002) ve Pearl Jam (2006) üçlüsü, önceki beşli ile bağlarını tümden koparmış gibiydi. Bu üçlü dönemden ise sadece Riot Act’deki I Am Mine güzelliğini unutmadım. Zira Riot Act’i o ilk dönem Pearl Jam halkasına dahil edebileceğimi sanıp sevinmiştim de onun yüzünden. Peki Pearl Jam’i o ilk dönem halkasından uzak buluyorsam bunun ne sakıncası var? Birçok şarkıcıyı/grubu eskiye saplanıp kaldıkları, değişmedikleri gibi şarkı yazımlarını geliştirmedikleri için eleştiririz. Fakat kendi adıma ilk beş Pearl Jam albümünden sonra bu kadar mıymıntı, bu kadar özelliksiz, bu kadar ruhsuz şarkılar beklemiyordum bu üçlüden.

Oysa Pearl Jam’in şarkı yazmada ve onları yorumlamada izlediği kronolojik folklaşma (bunda özellikle bir süre Neil Young ile takılmalarının etkisi büyük), öte yandan Ten ve Vs. ile zirveye vurmuş rock yangının hiç sönmeyip Vitology, No Code ve Yield’de akıllıca kontrol altında tutulması olağanüstüydü bana göre. Bu sayede albümler arasında mükemmel yatay geçişler sağlanarak Pearl Jam dinleyicisinin birer rock yobazına dönmesi sessiz ve derinden engelleniyordu. Grunge birgün şak diye bitse bile buna hazırlıklıydınız. Çünkü Pearl Jam bile ömrü boyunca grunge kalmayacaktı. Kalmamalıydı da. Tamamen şahsi fikrim olarak, grunge müziğin öteki elementleri olan Soundgarden ve Nirvana özellikle müzikal anlamda buna hiç hazırlıklı değildiler. Pearl Jam’de farklı olan… Neyse, bu yazının gittiği yerde gönüllü olarak kaybolacağımı hissediyorum. O kaybolmayı da Cameron Crowe’un 2011’de günyüzüne çıkaracağı henüz ismi konmamış Pearl Jam belgeselini izledikten sonra yaşamak istiyorum.


Son üç Pearl Jam albümünü sevmememin çeşitli nedenleri var. İlk beş albümün, özellikle de bana göre 90’larda doğan grunge’ın Dark Side Of The Moon’u olan Ten’in ardından gelen her Pearl Jam albümünün diğerinden birkaç gömlek ufak görünmesi, fakat buna rağmen Pearl Jam adının her dâim dipdiri kalması bana yansıyan nedenlerden biri. Çıtayı öyle bir ayarlamışım ki, bu son üç albüm değil o çıtayı aşmak, doğru dürüst zıplayamamışlar bile. 2000’den 2006’ya kadar süren bu dönem içinde sözünü ettiğim I Am Mine’a dokunulmazlık vermek suretiyle iflâh olmaz bir hayran olarak balıklama atlamış olduğum bu albümler mutsuzluktan başka bir şey vermedi. Bir de fena sayılmayacak World Wide Suicide single’ı var tabiî. Ama onun da şu akrobatik hareketlerle vücudunda küçük bir top dolaştıran gençle çekilmiş videosu vardı ki, nerede Pearl Jam’in o konser performanslı hayvanî videoları diyerekten mutsuzluk + acıma duygusu sardı bedenimi. Ruh aynı değil, zedelenmiş belli. Aradan üç yıl geçip takvimler 2009 Eylül’ünü gösterdiğinde böyle bir ortama düşen yepyeni Pearl Jam albümüne elbette yine balıklama atlanacaktı. Pearl Jam’e ait her yeni şeye atlandığı gibi. Atlandı da!

Albümden önce ortalığı kolaçan etmek için izci single The Fixer göründü ilk olarak. Tıpkı adı gibi tüm olumsuzlukara basit çözümleri olan, basit ama etkili, basit ama dile damağa yapışmadan durmayan tempolu bir şarkı The Fixer. Zaten Eddie Vedder’in tok sesiyle hayat bulan Just Breathe ve kapanıştaki 2. sınıf baladlardan farklı olmayan The End dışındaki çoğu şarkı yüksek veya orta tempolu. Genel olarak ümit dolu bir müzikal hava seziliyor ki, Vedder bazı söyleşilerde kendi üstü kapalı üslubuyla bu durumu can-ciğer-kuzu sarması olduğu (!) Bush’un gidişinin ardından başlayan Obama dönemi için taşıdığı ümide bağlamış. Oysa politik duruşu çıplaklar kampında geçirilen bir gün gibi ortada olan Vedder, bu albümde fazla siyasete abanmamış. Yine belli bir karamsarlık, bir belirsizlik seziliyor. Fakat bu hisleri daha çok kurgulamış olduğu kısa aşk öykülerine yedirmiş. Amongst The Waves adlı şarkıda “hadi bu gece yüzelim aşkım” falan bile diyor. Bir sakıncası yok tabiî. Hoş bile sayılabilir. Peki sabahtan beri kafa ütülediğimiz diskografi içinde Backspacer’ın yeri neresi derseniz, İlk beş albümden oldukça uzakta olduğu su götürmez. Açılıştaki Gonna See My Friend ve Supersonic’in tel zımba gibi pop punk havası, Force Of Nature ve Amongst The Waves’in olgun havasıyla uyum içinde. Bunun yanında Got Some, Johnny Guitar, The End diye kötü şarkılar ve bir sürü suya yazılmış cümle de var.

Herkesin Pearl Jam’i kendine. Benim Pearl Jam’ime yakışan bir albüm değil Backspacer. Bu saatten sonra yakışanı gelir mi bilemem. Albümün iyileri de geçici birer hevesten ibaret. Lâkin ortada geçmişe ait tam 5 tane harika Pearl Jam uzunçaları varken ne çalsalar, kime söyleseler kulak kesilirim. Beğenirim, beğenmem. Belki Pearl Jam olayı çoktan bitmiştir. Böyle bir şeyi kabullenmek zor görünse de, beni buna hazırlayan yine Pearl Jam’di, başkası değil! Bana bu ilişkinin ne zaman biteceğini / bittiğini de o söyleyecek, başkası değil!

1. Gonna See My Friend
2. Got Some
3. The Fixer
4. Johnny Guitar
5. Just Breathe
6. Amongst the Waves
7. Unthought Known
8. Supersonic
9. Speed of Sound
10. Force of Nature
11. The End

1 yorum:

  1. kimsenin zevkine söz söylemem ama biraz haksızlık etmişsin gibi geldi... bence ilk üç albümden sonraki en iyi çalışmaları... ben de yazmıştım kısacık, ilgilenirsen...

    göksel...

    YanıtlaSil